4 Şubat 2011 Cuma

Tek Başıma Yunanistan Yollarında! 2. gün. ========================================



Sabah beldeyi yürüyerek dolaşıyorum, her yerden sular akıyor,
suyun bol olmasıyla devasal çınar ağaçları yetişmiş.
Bu belde kirazları ile ünlü olduğu kadar var. Sokaklar bile kiraz ağaçları dolu.

Merkezdeki parkın yanından geçip şelaleye gidiyorum.

Gürül gürül akan kısımlarda su beni adeta kendine çekiyor, suyun beni alıp götüreceği hissine kapılıyorum.

Şelalenin aktığı yerde hemen arkasında bir balkon var, duruyorum, önümden gürleyerek akan suyun keyfine varıyorum.

Edessa’dan çıkarken bir pazar yerine geliyorum. Bu sırada yanından geçtiğim bir kadın sürücü, telefonla konuşurken, beni farkedince panik halde telefonu kucağına atıyor. Beni yunanlı polis sanıyor, tabii ki kaskımın içinde kahkahalar atıyorum. ‘Burada da mı?’ diyorum. Türkiye’de bu olaya alışkınım oysa.
Pazarın çıkışında eski tarihi bir köprü görüyorum. Kim bilir hangi yüzyıldan kalmıştır.

Sınıra doğru gidiyorum. Florina bir meydan çevresinde minik bir yerleşim. Bir cafe bulup dinlenmek amacındaydım, ancak hiç öyle oturulacak bir yer bulamıyorum.

Niki ve Makedonya levhasını bulup yoluma devam ediyorum. Niki her hangi bir anadolu köyünden farksız. Elektrik direkleri üzerindeki leylek yuvalarına kadar.

Yunanistan’dan çıkarken pasaport kontrolünde şirin iki adamla şakalaşıyoruz, fotoğraf çektiriyoruz. Ertesi gün dönerken bu aşinalıkla selamlaşıyoruz bile.

Sınırdan az sonra Bitola-Manastır’a ulaşıyorum. Saat kulesini buluyorum. Turgay’ın kitabında onun motorunu çektiği açıyı bulmaya çalışıyorum. Motorun yerini bu fotoğrafa göre değiştiriyorum. Açıyı da tam yakalamaya çalışıyorum, bu beni heyecanlandırıyor. Canım arkadaşımın tam 2 sene önce yine Mayıs ayında aynı yerde çektiği fotoğrafın aynısını çekme düşüncesi çok esprili geliyor. Bu iki fotoyu alt alta koyup soruyorum: 7 fark nerede? 1. fark fotoğraf makinası kalitesinde. Benimkinin kapasitesi yetersiz.
2. durağım; Atatürk’ün okuduğu Manastır Askeri Idadisi. Müzeye giriyorum, 2 euro alıyorlar.
Görevli beni yukarıya ‘Atatürk odası’na çıkarıyor, kilitli kapıyı açıyor, sesli bir yayın başlıyor; Rutkay Aziz’in en etkileyici ses tonu ile.
Bu muhteşem adamın devlet adamlığını düşünüyorum duvardaki fotoğraflarına bakıp, göz yaşlarımı tutamıyorum. Aynı duygusallığı bir gün sonra Selanik’te Atatürk’ün doğduğu evi gezerken de yaşayacağım.
Ohrid’e yola koyuluyorum. Manastır’dan çıkınca yine yağmurluk giyme molası kaçınılmaz oluyor.
Resen-ResneManastır’la Ohrid ortasında Resne-Resen, yoğun müslüman yerleşimi var. Küçük bir anadolu kasabası görüntüsüne burada da rastlıyorum. Tüm Makedonyadaki tek mesafe bilgisi veren tabelayı Resne’de görüyorum ve anlıyorum ki Ohrid’e 38 km. uzaklıktayım.
Sağıma soluma bakarak giderken, kısa bir süre sonra yanıma küçük scooterlı biri yanaşıyor; Ergin orada yaşıyor. Beraber fotoğrafımız çekilsin diye söyleyince oradan geçen bir kıza sesleniyor: ‘Ayla çeker misin?’ Ayla bizi fotoğraflıyor.

Hava kararmadan Ohrid’e ulaşma kaygısı ile bu sohbetin hakkını veremiyorum, vedalaşıp devam ediyorum.
Ohrid Resen arası yol harika, yemyeşil doğa ortasında yol almak çok keyifli. Dağ tırmanıp iniliyor. Bir de ilginç iki tünel arka arkaya olan yerden geçiyorum.

Ohrid-Ohri

İlk benzinciye park ediyorum, ve Lasso’yu arıyorum.
Oda soruyorum, 10 dakika sonra bisikleti ile gelip beni alıyor! Gayet rahat bir apart otele getiriyor. Parasını peşin veriyorum ki ertesi gün istediğim zaman yola çıkabilirim. Nerede yesem diye sorunca bir Türk’ü arıyor; Erol gelince Lasso beni ona emanet edip gidiyor. Erol hayli komik bir adam. Bana polisiye dizilerden birinde oynayan ‘SİPSİ’ karakterini hatırlatıyor, iki dakikada şeytana pabucunu ters giydireceklerden o da!
Hemen Lasso’yu satıyor ve bana kartını verip, başka sefer kendim ya da arkadaşlarım gelirse onu aramamı istiyor. Oysa ben Lasso’dan memnunum.
Yemeğimi yerken Erol kahve içip kartını verip gidiyor.

O akşam menüm; minik parçalı ızgara ahtapot, kıtır tavuk parçaları ve salata.

Yemek yerken karşımdaki televizyonda gördüğüme inanamıyorum. Sonradan öğreniyorum ki Halit Ergenç Balkanlarda çok sevilerek izleniyor.
Lokantadan çıkıp az ilerideki cafelerden birine giriyorum, cappucino eşliğinde internete giriyorum.

1 yorum:

  1. Kutlarım Binnur, ne güzel, keşke ben de yapabilsem :))

    Sevgiler

    Kemal

    YanıtlaSil