4 Şubat 2011 Cuma

Tek Başıma Yunanistan Yollarında! 3. gün. ========================================


Sabah kalkıyorum, hava felaket derecede kapalı.3 günlük yol yorgunluğu, hava muhalefeti sebebi ile bugünkü programın Üsküp kısmından vaz geçiyorum.
Göl kıyısında yürüyorum.
Çarşıya geliyorum, Side’nin çarşısına o kadar benziyor ki. Bir fırından börek gibi bir şeyler alıp, cafelerden birinde göl manzarasına karşı cappucino ile kahvaltı ediyorum.
Yürüyerek çarşıdan geçiyorum, ara sokakları keşfediyorum. Dolanarak odaya dönüyorum.
Toplanıp motoru yüklüyorum, çıkıyorum.

Göl kıyısına iniyorum, oradan eski şehire, tepedeki kaleye motorla çıkıyorum.




Arkeolojik kazıların devam ettiğini görüyorum. Surlar adete 7 kule surları gibi. Ohrid’de ne kadar çok cami olduğunu farkediyorum.

Artık Ohrid’den çıkma zamanı. Bir gün önce Lasso’yu beklediğim benzinciyi buluyorum, depoyu doldurup geri dönüşe geçiyorum.

Resen-Resne
Bir gün önce benimle fotoğraf çektiren Ergin’e rastlamayı umuyorum ama gerçekleşmiyor. Küçük bir kahvenin önünde duruyorum, burada naneli bir poşet çay buluyorum içmek için. Benimle az biraz konuşan çıkıyor. Ama diğer yerlerdeki gibi sıcak ilgi görmüyorum.
Bugün hava 10 derecelerde, hayli soğuk ve tabii ki yağmurlu. Ama mont ve üstündeki yağmurluk sebebi ile soğuğu kesinlikle hissetmiyorum.

Resne’den Manastır’a dağa tırmanıp inmek gerekiyor, yol arnavut kaldırımı döşeli ve yağmur yetmiyor bir de yoğun sis var. Tırmandıkça sis iyice görüşümü kısıtlıyor.

Düzlüğe geldiğim bir noktada gezinin 1000. km’sine ulaşıyorum. Ve şerefine Turgay’ı arıyorum. Kendimce bir kutlama halindeyim.

Bitola-Manastır’a gelince yön duygumun kuvveti ile kolayca saat kulesini buluyorum. Bu sefer konsolosluğa uğrama düşüncesindeyim yürüyüş caddesinde. Ama konsolosluk o saatlerde kapalı.
Karnım aç, Tito caddesinde hiç yemek yenecek yer bulamıyorum, hepsi bar; içecek servisi yapan yerler. Konsolosluğun kapısının olduğu yan sokakta, bir lokanta buluyorum. Lasanya yiyorum, ısınıyorum, genç garson çocuklarla sohbet ediyoruz. Artık tekrar Yunanistan sınırına yollanma zamanı geliyor.
Bir gün önce 14:30 da girdiğim gümrükten 16:30 da geri dönüyorum. Dün beraber fotoğraf çektirdiğim görevliye el sallıyorum.


Yine kıvrıla kıvrıla dağları çıkıp iniyorum.
Edessa’ya yaklaşmaya çalışırken feci uyku bastırıyor, ama duracak bir yer bulmam hayli zaman alıyor. İskeçe’den çıktığımda uyku bastırınca çekip kenarda uyumuştum, hava iyiydi, oysa şimdi hem soğuk hem yağmurlu. Dinlenmek ve uyuklamak için korunaklı bir yer bulmak zorundayım. Sonunda bir benzinci buluyorum.
Oda kılıklı bir yer var, bir de adam. Aynen girip adama üşüme hareketleri yapıyorum. Bir sandalyeyi kalorifer yanına çekiyorum, o da benim için ısıtıcının derecesini artırıyor. Rejisör koltuğunda uyukluyorum. İyi geliyor.

Selanik Merkez istasyona saat tam 20:00’de varıyorum ve hemen Turgay’a ‘Selanik’e ulaştım’ bilgisi veriyorum. Çok fazla otel seçeneği var, hazıra konmak istiyorum, trafik işaretinde beklerken yanımda duran motorlu yunanlı genç kıza bana otel tavsiye etmesini istiyorum, beni takip et diyor. O çok bol otelli caddeyi arkamızda bırakıyoruz, sahile dönüyoruz, biraz ilerleyip deniz kıyısında bir otele geliyoruz: ‘Makedonya palace’. Girişinde kıza teşekkür ediyorum, yemeğe davet ediyorum, ama barda çalıştığını ve işe geç kaldığını söylüyor, çokta vaktini almak istemiyorum.
150 euro’luk odayı 89 euro’ya tutuyorum. Bugünkü çok zorlu sürüş sonrası bu lüksü hakkettiğimi düşünüyorum. Odaya çıkıyorum ve keyfime bakıyorum,

manzara muhteşem. Laptopu açıyorum, ayağımı uzatıyorum. Daha sonra küveti doldurup keyif yapıyorum. Uyku öncesi iyi geliyor, kaslar gevşiyor.
.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder